“Dezenformasyonla mücadele düzenlemesi" olarak bilinen Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, TBMM Genel Kurulunda kabul edilerek yasalaştı. Meclis Yasama Yılına başladığından bu yana, “Dezenformasyonla Mücadele Yasası”, yasa teklifine itiraz edenlere göre de “Sansür Yasası” ile ilgili tartışmalar ve kabul edilen maddeler nedeniyle mücadele hala devam ediyor.
Peki yapılan değişiklik nedir, bu kıyamet neden kopuyor, neyle mücadele edilmeye çalışılıyor sorularına geçmeden önce, Türk Dil Kurumu’na göre “bilgi çarpıtma” şeklinde ifade edilen dezenformasyon; yanlış bir haber ile bireyi, toplumu, devleti yıpratmak amacıyla bilgi yayma anlamına geliyor.
“Bilgi çarpıtmak”.! Yan yana gelen bu iki kelimenin insan hayatını nasıl etkileyebileceği aklınıza hiç gelmemiştir sanırım. Hele o ‘bilgi’yi çarpıttığınızda, sonuçlarının hapis cezası olabileceği ihtimalini hiç düşünememiş olabilirsiniz. Uydurma, parodi, çarpıtma, taklit, manipülasyon, bağlamdan koparma, hatta hatalı ilişkilendirme gibi daha alt kavramlara bakacak olursak, aslında dezenformasyonun ne denli geniş ve yoruma açık bir kavram olduğunu görüyoruz.
Tüm bu kavramları yan yana koyduğumuzda, dezenformasyonun sansürle ilişkisini anlamak başta zor gibi gözüküyor. Ancak yanlış uygulandığında, dezenformasyonun kısıtlamaya evrilebileceğini, bu kısıtlamanın da sansür kavramını ortaya çıkaracağı son derece açık. Sansür kelimesi; kontrol altına almak, gölgelemek, yok saymak ve kapatmak anlamlarını taşıyor. Eski Roma Döneminde, ahlaktan sorumlu devlet bakanlarına “censura” adı verilirmiş. Sansür kelimesi de buradan türemiş.
Yüzlerce yıldır, hem dünyada hem de ülkemizde sansüre ilişkin farklı düzenlemeler hep olmuş. Birileri; birilerini susturmak, kısıtlamak, kendi fikrine katılmayanı ötekileştirip bastırmak istemiş. Radyo ve televizyondan, edebiyata; basılı yazımlardan sinemaya ve günümüze yaklaştıkça da internete zaman zaman bir sınır getirmek, bir sansür uygulanmak istenmiş. Bazı dönemlerde de ne yazık ki uygulanmış. Hatta öylesine baskıcı dönemler olmuş ki, Orta Çağda engizisyon mahkemeleri kurulmuş, kilisenin görüşüne aykırı hareket edenler yargılanmış.
Bugüne geldiğimizde, yasalaşan kanun teklifinde bulunan “29. madde”, basına ve sosyal medyaya getirilen bir sansür olarak yorumlanıyor.
Kabul edilen 29. maddede: " (1) Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. (2) Failin, suçu gerçek kimliğini gizleyerek veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlemesi halinde söz konusu ceza yarı oranında artırılır” deniyor.
Türk Ceza Kanunu’na, ‘halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma' suçu ekleniyor. Türk Ceza Kanunu’nun “Kanunlara uymamaya tahrik” başlıklı 217. maddesine, 217/A olarak dahil edilen bu madde; geniş yorumlanmaya açık olup, hâkimin keyfiliğine mahal verecek bir düzenleme. Nitekim anlaşılması zor ifadelerle kurulmuş bu madde ile suçta ve cezalarda kanunilik ilkesinden uzaklaşıldığı görülüyor. Zira bir devletin bireyine müdahalesindeki sınırların açık ve seçik belirlenmesi gerekir ki, birey hangi davranışı ile hukuk dışına çıkabileceğini bilebilsin ve ona göre davransın. Bu yanıyla, kabul edilen maddede seçilen kelimelerin muğlak olması, öngörülebilirliği de ortadan kaldırıyor.
“Yalan haber” kavramı, kötü niyetli şekilde kullanıldığında, gerçekleri örtmek için bir araç haline geliyor. Oysa haber, bir olay ya da olgu üzerine edinilen bilgidir. Basın mensuplarının haber yaparken tabi oldukları Basın Kanunu’nun 3. maddesine göre “basın özgürlüğü” var. Hükümde de yer aldığı üzere: “Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.” Basın mensuplarının, haber değeri taşıyan olay veya olguları kamuya servis ederken, Anayasa ve kanunla güvence altına alınan bir takım hakları var ve bu sebeple de asıl olan hiçbir baskı altında kalmadan işlerini yapmaları.
Ancak kabul edilen madde ile getirilecek kısıtlamanın, yani basına yapılabilecek olan sansürün önünün açılması, Anayasa’nın 28. maddesindeki “basın hürdür, sansür edilemez” hükmüne aykırı. Yapılan değişiklikler ile “internet haber siteleri” ibaresi belli maddelere eklenmiş. İnternet ortamında haber yapan basın mensuplarının da basın özgürlüğüne bir müdahale olacağı, hukuka ve Anayasa’ya aykırı bir uygulamanın olacağı şüphesiz. Bu sebeple başta gazeteciler, haber yaparken kelimelerini özenle seçmek, düşüncelerine filtre uygulamak zorunda kalacak. Bir habere ilişkin birkaç kelime ile fikir beyan edildiğinde veya sadece haberi paylaşmak bile suç olabilecek. Keza bireyler de, bu kısıtlamanın mağduru olabilecek.
Basın Kanunu’nda yapılacak değişikliğin kabul edilmesi ile asıl amaçlananın; internet haber siteleri için bir düzenleme yapılması olduğu düşünülse bile, aslında sosyal medya gücünü kontrol altına almaya çalışmak, denetlenebilir olmasını sağlamak denilebilir. Bu yanıyla ele alındığında, bahsi geçen madde sosyal medya kullanıcılarının paylaşımlarını da kapsayacak nitelikte. Günümüzdeki popüler sosyal medya platformlarından olan Twitter, Facebook ve İnstagram’da yapılacak ve “yalan haber” olarak değerlendirilebilecek paylaşımlar da, suç tipine göre geniş yorumlandığında, bu kapsama alınabilecek. Zira haberi yapmanın yanında, yaymak da suç oluşturacağından, ifade özgürlüğü ve haber alma özgürlüğü ile bağdaşmayan bir uygulamanın, yasanın hedeflediği amaçtan sapma ihtimali de göz ardı edilmemeli.
Çok tartışılan 29. maddede; kamu yararı ile düşünce ve ifade özgürlüğü arasındaki denge ilişkisinin önemi vurgulanıyor. Ancak bu dengeyi sağlamak yolunda, düşünce özgürlüğüne getirilecek herhangi bir sınırlama, yani “düşüncenin suç” olabileceğinin düşüncesi bile, sınırları aşan bir görüş olur. Zira basın mensuplarına baskısız, özgür bir ortam sağlamak devletin ödevi.
Kişiler; yayınladıkları haberlerin, paylaştıkları fikirlerin, yazdıkları ve çizdiklerinin esiri olmamalı. Zira kelimeler yan yana geldiğinde hayatımızı şekillendiriyor.
İfade özgürlüğüne önem verdiği bilinen birçok Avrupa Ülkesi, son birkaç yılda, kendi sosyokültürel ve siyasi ihtiyaçlarını gözeterek, dezenformasyonu engellemeye yönelik yeni ve katı hukuki düzenlemeler getirdi.
Çünkü sanal bir ortamda pek çok kişi anonim veya sahte hesaplarla sosyal medyada dolaşıp, hiç bir denetime tabi olmadan her istediklerini paylaşabiliyor ve bu paylaşımlar anında milyonlarca kişiye ulaşıyor.
Sosyal medya platformları günümüzde her ne kadar çeşitli veri paylaşımlarını ve haber alma imkânlarını getirse de, teyit edilmemiş birçok bilginin sunulmasına, asılsız bilgi paylaşımlarının birçok kullanıcı tarafından görülmesine, paylaşılmasına ve neticesinde kamu düzeninin bozulmasına kadar giden sorunlara da yol açabiliyor. Asılsız haberler ortaya atılıp, sahte profiller açılarak, anonim hesaplar üzerinden gerçek dışı paylaşımların yapıldığı ve böyle durumlarda hepimizin korku ve paniğe kapıldığımız zamanlar oluyor.
Bu tarz bilgi kirliliğinin önlenmesi için yapılan bu düzenlemeyi yerinde bulmakla birlikte, çok tartışılan 29. maddenin uygulamasında azami hassasiyet gösterilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Sosyal medyada ifade özgürlüğümüzü kullanırken sosyal medyanın alelâde bir ortam olmadığını, teyit edilmemiş ve kaynağı bilinmeyen bilgilerin paylaşılmaması gerektiği, bir diğer deyişle sorumluluk bilinciyle hareket edilmesi gereken bir ortam olduğunu göz ardı etmeyelim. Ancak sorumluluk sadece kullanıcılarda değil, Alman Sosyal Medya Kanunu’nun genel gerekçesinde de belirtildiği gibi, sosyal medya platformlarının da bu alanda sorumluluğu bulunuyor.
Öte yandan yasada “Çocukların zararlı içeriklerden uzak durması için ayrıştırılmış hizmet” başlığı altında çok olumlu bir düzenleme yer alıyor. Çocukların, internette veya sosyal medyada yasa dışı, ahlaki değerlere aykırı ve zararlı olabilecek içeriklere maruz kalmasının önüne geçilebilecek. Çocukların, gençlerin ve ailenin, internetin yasa dışı içerikleri hakkında bilinçlendirilmesi ve güvenli kullanımı konusunda bilgilendirilmesi için Erişim Sağlayıcıları Birliği'ne ilave görevler verilecek.
Ayrıca tüm haber siteleri, yayınladıkları içerikleri saklamak zorunda olacak. Yasa, hukuka aykırı içeriklerin yok edilmesinin veya keyfi olarak ortadan kaldırılmasının önüne geçmeyi amaçlıyor. Bir içerik için verilen kaldırma kararı, tüm site ve platformlarını kapsayacak. Her site için ayrı ayrı karar çıkartılmasına gerek kalmayacak.
Haber sitelerini desteklemek amacıyla belli kurallar çerçevesinde resmî ilan ve reklamlar, haber sitelerinde yayınlanabilecek. Yeni yasayla beraber; bir haber sitesi künyesiz bir şekilde faaliyet gösteremeyecek. Bir gazete için geçerli kurallar, haber üreten internet siteleri için de geçerli olacak.
Sosyal medya platformlarına BTK'nın (Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu) denetlemesi koşulu getiriliyor. Bu denetleme telefonları ve telekomünikasyon ile ilgili diğer denetlemeleri yapan BTK'ya verilen ek bir görev. Amaç iletişimin içeriğinin denetlenmesi değil. Görev kapsamı; platformların kaç kullanıcısının olduğu, iletişim trafiklerinin ne kadar olduğu ve bu konuyla ilgili bilgileri Türkiye'de tutma zorunluluğu gibi konuları içeriyor. Ayrıca bazı ağ şirketlerinin temsilcilerinin Türk vatandaşı olmamaları ve Türkiye'de ikamet etmemeleri nedeniyle hukuki olarak muhatap bulamama sorununun önüne geçiliyor.
Yeni yasayla beraber sosyal ağlara Türkiye Ofisi açma ve Türkiye temsilcisi bulundurma zorunluluğu getirilecek. Temsilcinin gerçek kişi olması halinde bu kişinin Türkiye'de ikamet etmesi ve Türk vatandaşı olması gerekecek.
Sonuç olarak; sosyal medya platformlarının ve sosyal medya kullanıcılarının sorumluluk bilinciyle hareket etmelerinin altını çizen bu yasal düzenlemeyi gerekli ve faydalı buluyorum. Çünkü dezenformasyon yoluyla, bir gün hepimizin kişilik hakları saldırıya uğrayabilir. Ancak başta da belirttiğim gibi, söz konusu yasanın uygulanmasında, son derece hassas davranılmalı.
Çünkü ayarı bozulan kantar, bir gün o ayarı bozanları da tartar.